30 Haziran 2007

Groovy Dancing Girl



Daft Punk - Harder Better Faster Stronger

(bununla ilgili çoook uzun bir yazı yazacağım; olasılıkla üç beş kelime kullanarak)

devamını göster

29 Haziran 2007

arizona dream

woody allen tarzı yaklaşırsam; olay arizona'da geçiyor, diye kestirip atabilirim. filmi henüz izlememiş karbon kökenli akıl sahibi varlıklara diyecek bir sözüm yok. ama ben bu filmi izledim; deyip de dvd versiyonundaki 10 dk süren, harika bir kesintisiz çekimden ibaret çıkarılmış sahneyi izlememiş karbon kökenli akıl sahibi varlıklara, eksikliği tamamlamak gerekir demek düşüyor bana... (ne biçim bi cümle oldu bu yahu!)
sadece bu bölüm bile başlı başına bi kısa film gibi izlenebilir; o kadar etkileyici hani...
aslında j.depp ile j.lewis sahnesi yerine çok da güzel bir final olurmuş ki sanırım zaten bu amaçla çekilmiş...
axel kapı taşıyan adam ile muhabbetten sonra amcasının dükkanına giriyor,bir arabanın üzerine yatıyor ve siyah beyaz bölüm başlıyor; amcasının nişanlısıyla evlenme törenleri...
10 dakika 40 sn boyunca devam eden çekim ve performans gayet güzel yahu...
bi yerlerden bulup izlenmeli işte; youtube'a baktım ama bulamadım...
dvd'si kolay bulunuyor ama ses kalitesi oldukça vasat...



güncelleme: (biraz eksik de olsa) video (05022009)


(07:36)

devamını göster

24 Haziran 2007

underworld - neneh cherry - beastie boys - daft punk - istanbul 2007



birkaç konsere gitmek iyi gelir; bana geldi... underworld 'dan pek beklediğimi alamadım; ben alamadım onlar eminim en iyisini yapmışlardır; ama konser videoları da pek heyecanlandırmıyordu zaten beni... belki de onları kapalı bi mekanda izlemek lazım? bilemiyorum.

şu balonların sahneyi doldurması gerçekten güzeldi ama yılların şarkılarını biraz "konser" havasında yenileselerdi keşke.
eh, geldiler çaldılar gittiler.
üst üste 3 sene chemical brothers gelecek değil ya?
aslında rammstein'ın gelmesini dört gözle bekliyorum; sahnede müzik yapmak ile sahnede parça çalmak arasındaki farkı herkes gösteremiyor.

hiç planlamadığım halde beastie boys'u da görme şansım oldu; ama önce neneh cherry (cirKus featuring neneh cherry) teyzeye aşık oldum; grup hemen hemen tüm şarkılarını amerika başkanı bush'u anarak icra etti; daha önce cirKus'u hiç dinlememiş hatta duymamış biri olduğum halde şarkılardan epey keyif aldım. afferim bana. bu vatandaşlar hoş bir seda bırakıp gittikten sonra deliler çıktı sahneye; %100 kalite, başka bişey demeye gerek yok hani.
ben "hadi konseri bitirdik gidiyoruz" tribini ve "seyircinin ıslıklarına dayanamadık bari iki üç şey daha çalalım" ayaklarını sevmiyorum. tamam her şeyleriyle muhteşemlerdi; özellikle dj ! yine de böyle triplere gerek yok bence; çünkü her defasında bomba'yı bu triplerden sonra patlatıyor konser verenler. yani mozart'ın requem'i çalınır,eser biter, herkes çok beğenmiştir şef bir kasıntıyla sahneye döner ve eserin bir bölümünü tekrar çalar; bu anlaşılır bi'şey; bis, her başarılı şefin hakkıdır. ama burada durum farklı; hadi gittik diye seyirciye fake atmak ne oluyor? yani yeterince ıslık gelmese ben sabotage'ı dinleyemeyeceğim; herkes dağılsa, konser bitti diye, ben one'ı dinleyemeyeceğim öyle mi? (yeni değil yani sorunum; metallica olarak gelmişsin, o kadar ışık-ses-patlama tasarlamışsın çalmadan gideceksin yani? -1993 yılından bahsediyorum; ikinci geldiklerinde ben fena dağıtmıştım, konser falan hatırlamıyorum...her neyse)
sahneye döndüler ve dj hünerlerini "aa..ee..vay bee.." dedirtecek şekilde gösterdi; nihayetinde "tamam gerçekten bitiriyoruz; bakın gitmemiz lazım" demeden önce sabotage'ı çaldılar; amerika başkanı bush'u saygıyla (!) anarak...
efes pilsen one love festival'in organizasyonu oldukça iyiydi; daft punk "deneyimini" düzenleyenlerle kıyaslanırsa hele; harikaydı bile denebilir. boşver de organizasyonu; daft punk konserden öte bir etkinlikte bulundu. yani ben underworld'a laf ediyorum ama kesinlikle haklıyım; şarkı çalmadı daft punk; müzik yaptı! üstelik -sanki- klibiyle beraber! her bir şarkı için özel olarak tasarlanmış ışık şovu hakkında konuşmak zor; işte muhteşemdi, inanılmazdı, dahiyane vs boş laflar edilebilir...



devamını göster

12 Haziran 2007

böyle değil tabii:

orta boy bir kaba;

1 adet yavru köpek (maya?)

bol bol su

bol bol mama

koyuyorsun...bu malzemeler zaman içinde karışıyor (?)
sonra böyle oluyor:

devamını göster

07 Haziran 2007

pixel art : üç beş güzel site

eyeport : wallpaper'ları da çok güzel.



pixel-moon : s.kubrick'in "black monolith" i bile var; şahane bir bölge...



"mrWong's soup'Partments" sanal dünanın en uzun binası..



isocity'deki "arsa"lara isteyen bina vs yerleştirebiliyor...



electriconland : bir kaç dükkana girip icon indirilebiliyor.



pixelfreak : aşağıdaki detay'dan 3780 x 1476 piksel boyutlarındaki postere gidiliyor:



citypixel : bu pixel şehirin bir vatandaşı olunabiliyor.



city creator : üç dört tema üzerinden şehir / mehir oluşturulabiliyor...



lovepixel : devasa tasarım. bütün "atari" çocukları bu cennete gitmiş; her şey çok güzel


devamını göster

06 Haziran 2007

nayu - gevende

gevende
gevende blog

devamını göster

05 Haziran 2007

mayn

mayını kıçına soktu, gizlice, onun kıçına...
otursa da patlasa; patlasa da gülsek; diye bekledi...
oturmadı hiç...
gezindi durdu; kıçındaki mayınla; ne akşam çay bahçesi, ne yatma zamanı...
yorulmadı da...
öyle gezindi durdu.

"oturmuyo' ki patlasın!" diye sinirlendi, mayını yerleştiren,

o kadar sinirlendi ki gidip kıçına tekmeyi bastı!

devamını göster

04 Haziran 2007

g o l d i e 5




fotograflar (sonuncusu hariç) : evrim gür

devamını göster

03 Haziran 2007

Relaxin' With Cherry

hoooooooooooop!

işte aya fırladı kısadalga.

kısadalga’ya “ög” gelmişti. dünya ve dertleri canına tak etmişti. beni hiç rahat bırakmayacaklar mı, deyip basıp çıkmıştı evinden. telefonunu da açık bırakmıştı. böylece arayan biri endişelenip duracaktı. sonra koşmuş koşmuş, damarları çatlayana kadar sanki, zıplayıvermişti. ay’a kadar yükseleceği aklının ucundan geçmemişti tabii…

saçlarını düzeltti kısadalga. yürüdü biraz. boncuk gibi görünmesi gerekirdi dünyanın? başka bir tarafta mıydı? sikmişim dünyayı diyen kız, şimdi dünyayı aramaya başlamıştı ilk olarak. bulamıyordu ama…

ayda bir kayanın üzerinde oturup, şöyle dünyaya karşı, rakı içmek ne hoş olurdu, gibilerinden bir fantazisi vardı… ne rakı vardı şimdi ne de dünya: sadece kaya… eh nereye dayarsan daya!

günler sonra biriyle karşılaştı kısadalga. çok şaşırdı ama belli etmemeye çalıştı. oğlan da çok şaşırmıştı. konuştular ve çok uyumlu anlaştıklarını fark ettiler. oysa diyalog sapması denilen bir ay hastalığına kapılmışlardı. yerçekiminden mi oksijen eksikliğinden midir nedendir ama gerçekten de böyle bir hastalık vardı. bu hastalığa tutulanların konuşmaları şuna benzerdi:


a: ben miyim?

b: evet sensin!

b: tamamen mi?

ya da:

b: seni seviyorum.

a: beni seviyor musun?

“ne güzel birbirimizi tamamlıyoruz” diye baktıkları için hasta olduklarını fark edemiyorlardı. oysa ayda üstlenmiş olduğunu iddia eden ama aslında zamanında aya sürgün edilmiş olan farkettin paşa her şeyin farkındaydı. saklandığı kayanın arkasından çıkmak zorunda kalmıştı çünkü onların konuşmalarına artık katlanamaz olmuştu. kısadalga ve sevgilisi (sevgili olmaktan başka çareleri yoktu çünkü a)buna ihtiyaçları vardı b)her ikisi de epeyce bir boşluk içindeydiler c)yeni bir başlangıç fikri, ikisine de cezbedici geliyordu d)aydaki en çekici örnekler onlardı e)yalnızlıktan korkuyorlardı ….ve daha bir sürü harf var aslında….) evet, kısadalga ve sevgilisi, farkettin paşa’yı kurtarıcı olarak gördüler ilkin. ancak farkettin paşa öyle bir insan değildi. öyle olsa dünyadan siktiredilmezdi. ona katlanmak güçtü…

“ayaklarınızı yere basmak konusunda bir özürünüz olduğundan buradasınız!” dedi paşa. kızla oğlan hiç bi’şey anlamadılar ama merak duyguları, egolarını oluşturan bilgisel süprüntülerle bağlantılı olmadıkça, asla harekete geçmezdi. onların tek derdi vardı: dünyayı görmek!

“dünyayı görmek istiyoruz biz!” dedi oğlan.

“evet!” dedi heyecanlı kısadalga. ne güzel şey insanın bir amacının olması!

“dünyadayken göremediğinizi buradan nasıl göreceğinizi sanıyorsunuz? görseniz hem bunu kaldırabilir mi olgunlaşmamış ruhlarınız?”

“hadi be amca… sen boşver…”

“içerikten yoksun kelimeleri bir araya getirdiğinde onlar yine de cümle oluyorlar ama benim nezdimde bir anlam ifade etmiyorlar kızım….”

“ama ben…”

“sakın ben deme! sakın!”

“deli galiba? yalnızlık delirtmiş adamcağızı…”

“susun! uzak durun benden… dünyanıza dönün… sen film-müzik kolleksiyonuna, kahrolası bilgisayarına, sen de… neyse ona… dön! defolun!”

bunları söyleyerek uzaklaşmıştı farkettin paşa. kısadalga ve sevgilisi onun ardından baktılar.

“hazır mısınız?”

şef garson kılıklı bir adamdı bunu söyleyen. arkalarında var olmuştu sanki bir anda.

“nasıl bir ay lan bu?” dedi oğlan. kısadalga onun konuşma biçiminden rahatsız olduğunu hissetti ama bunun önemli olmadığına inandırdı kendini. ona ihtiyacı vardı.

“neye… hazır mıyız?” diye sordu.

“boklu dünyanıza dönmeye…” dedi adam ve olanca gücüyle, balgam getirmeye çalışan her insanın yaptığı gibi, burnundan gırtlağına nefes çekti. kısadalga adamın boğazında kocaman bir balgam kümesinin toplanmakta olduğunu anladığı anda midesine bi’şeyler olduğunu hissetti. tiksintiyle ve korkuyla gözlerini yumdu. “…tü…tükürecek…” demeye çalıştı ama olmadı.

şaaaaaaaaaaaaaaap!

işte yere yapıştı kısadalga.

kısadalga’nın diskmeninde kid loco’nun “relaxin' with cherry” isimli şarkısı çalıyordu ve asfalta yapışmış olmasına rağmen aletin çalışıyor olması garipti. o sıkıcı oğlan yanında değildi ve kalbi deli gibi atıyordu. eve dönmeliydi. telefonu açık bırakmıştı.

devamını göster